Devrim kavramı hakkında bir şeyler yazacağım, belki de biraz hacimli olacak. Bu yüzden biraz kaynak taraması yapıyordum. Fransa'da 68 Mayısı'nda yaşanan olaylar hakkında bir şeyler okurken karşılaştığım bir kaynakta, sürecin asli unsurlarından biri olan öğrenci hareketinin, de Gaulle yönetimi tarafından Fransa ile diğer Batılı merkez kapitalist ülkeler arasında girişilen iktisadi mücadele kapsamında gerçekleştirilen eğitim atılımının sonucunda ortaya çıkan öğrenci miktarındaki muazzam artışa bağlı olarak ve eğitim meselesinin doğrudan kapitalizmin gelişimi ile ilişkilenmesine tepki olarak doğduğu anlatılıyordu. Kapitalist blok içerisinde öne çıkmak isteyen Fransa çareyi teknik eleman yetiştirmekte görmüş, bunun sonucu yeni üniversiteler kurulmuş ve üniversite öğrencisi profili geleneksel yapısını terkederek toplumun alt sınıflarından gelenleri de kapsayacak biçimde genişlemişti. Buna karşılık, ülkedeki sanayi birikimini artırması beklenen bu kişiler mevcut birikimin kendilerinin hayattan beklentilerini karşılayamayacak miktarda olması sonucu hızla politize olup sistem karşıtı bir güç haline geldiler.
Bu aslında bizler için tanıdık bir hikaye. Türkiye'nin modernleşme tarihine merak duyanlar da, benzer bir şekilde modernleşme süreci içerisinde öğrencilerin ne kadar aktif bir rol oynadıklarını bilirler. Jön Türkler'in ikinci kuşağı - modern paradigmayı toplumsal ilişkiler ağının temel mantığı haline getirenler asıl olarak bu kuşaktır - tıbbiye, mühendishane ve askeriye mezunlarından oluşmaktadır. Bu kuşağı sahip olduğu pozitivist anlayış ve benzeri bir çok özelliği açısından eleştirebiliriz, ancak burada önemli olan nokta - yukarıda ele aldığım Fransa örneğini önceler biçimde - modernleşme konusundaki devasa açığı kapatmaya çalışan baskıcı bir rejimin, çözümü eğitimde görmesi ve eğitim alanındaki atılımın bu eğitime tabi tutulan kuşak bünyesinde sistem karşıtı bir yapıya kavuşmasıdır. 1908'e giden süreci hatırlayalım.
Kısaca söyleyecek olursak, eğitimin kendisinin diğer tüm nedenlerden belirli ölçüde bağımsız olarak bu özgürleşme anlarında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Dar bir elit grubun halkın olgunlaşması amacıyla giriştiği bir proje olarak değil fakat tarihsel olarak ancak bu proje ile birlikte varolabilmesine rağmen ona indirgenemeyecek bir doğası var eğitimin. İnsanın kendi potansiyelini ortaya çıkarmak için giriştiği bir inşa süreci aynı zamanda. Tarihsel olarak belirlenmiş arzu ve sorumluluğun yanı sıra insana kendi sınırlarını aşmak için kendisi tarafından belirlenmiş arzuların ve projelerin peşinden gitme imkanı da sağlıyor. Her şeyden önemlisi kendi sınırlarını aşarken diğerleri ile gönüllü ve karşılıklı olarak daha "insani" ilişkiler kurmasını sağlıyor.
Gelelim bugüne. Bugün durum çok farklı. Neoliberalizm - burada doğrudan belirli bir yönetim mantığını niteleyecek biçimde kulllanılmaktadır - geçmiş egemen sınıf ideolojilerinden farklı olarak ve belki de bu tecrübelerden faydalanarak eğitim konusunda farklı bir tavır takınıyor. Önceden planlanmışçasına birbirini tamamlar niteliğe sahip olan ürkütücü mekanizmalar ile karşı karşıyayız. Bu mekanizmaların temelinde eğitim sürecinin yukarıda belirtilmeye çalışılan özgürlükçü özünün tasfiye edilmesi amacı bulunmaktadır. Eğitim, bir kendini inşa süreci olmaktan çıkıp üretim sürecinin - çoğunlukla üretim sürecinin zihinsel boyutunun - doğrudan bir parçası olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Kendini geliştirme, hayattan haz alma ve tatmin olma artık üretim sürecinin kendisi tarafından belirlenen kıstaslara göre tecrübe edilebilmektedir. Marxvari bir açıklama yapmak gerekirse; insanlar artık hayattan zevk almak ve belirli bir - bireysel ya da toplumsal - ihtiyacın karşılanmasından dolayı tatmin olmak için çalışmamaktadırlar, zira artık çalışmanın kendisi kişiler üstü bir amaç haline gelmiş ve insanların neden zevk almaları ve neden tatmin olmaları gerektiğini belirler hale gelmiştir. Eğitime düşen görev ise bir yandan bu sürecin doğallaştırılması, diğer yandan da bu süreçte elde edilen entellektüel becerilerin çalışma esnasında yıpranan bireyin kültür endüstrisi vs. çerçevesinde kendisini rehabilite etmesi yönünde değerlendirilmesini sağlamaktır. Burada yalnızca verili arzu ve ihtiyaçların tatmini söz konusudur ve diğer insanlar bu sürece ancak bu tatmin arayışının nesneleri ya da araçları olarak dahil olabilmektedir - diğer bir deyişle bugün kendini inşa etmek asıl olarak kendini diğerlerinden ayırmak anlamına gelmektedir -. Bu yüzden eğitimin yeniden kurgulanması neoliberal sistemin arzuladığı toplumsal ilişkilerin kurulabilmesi açısından çok önemli bir konumda yer almaktadır.
Kant'ın sapere aude (öğrenmeye cesaret et!) biçiminde ifade ettiği Aydınlanma düsturunu bugün kendini inşa etmeye cesaret et! biçiminde dönüştürerek tekrarlamak gerekiyor. Bu bakımdan da kendisi ile diğerleri arasında karşılıklı ve gönüllü bir yaratım ilişkisi kurmayı kabul eden bir insanlar topluluğu oluşturmaya yönelik bir eğitim anlayışını savunmanın devrimci bir tutum sergilemek anlamına geldiğini söyleyebiliriz.