Dialektik... kritisch und revolutionär
Değerli okur! "Eleştirel ve devrimci diyalektik" Karl Marx'ın ayrıntılı bir açıklamasını yazıya dökme fırsatını asla yakalayamadığı ancak tutkulu bir biçimde bağlı olduğu yöntemini adlandırmak için kullanmış olduğu bir ifade. Ayrıca burada paylaşılan denemelerin dile getirdiği arayışın nesnesini oluşturuyor. Bu arayışı kendini eski metinlerle sınırlayan bir tür ruh çağırma ayini olarak değil içinde bulunduğumuz zamanda bizleri çevreleyen kimi kuram ve pratikleri inceleyerek sürdürmeyi seçtim, çünkü diyalektiğin donuk kalıplar bütününden ziyade içinde bulunduğumuz an'ı kavramamızı sağlayan canlı bir teori olduğunu düşünüyorum. İnsanın hakikati arama çabasında hayat bulan ve bu çabanın evrimine katkıda bulunan bir diyalektik anlayışını paylaşmak dileğiyle...
Posted on 10:45 AM

lost girl

Filed Under (,,) By yalçın at 10:45 AM

Lost Girl Kanada yapımı yeni bir dizi. Son dönemlerde moda olduğu üzere dizinin kahramanı bir tür doğaüstü yaratık succubus*. Aşkın dayanılmaz gücü karşısında imana gelip iyilik meleğine dönüşen vampirler ve kurt adamlardan sonra yine bir canavarın ana kahraman olduğu büyük bir yapım daha piyasaya sürülmüş durumda. Merak ettiğim konu bu tür yaratıkların kahraman - ana karakter değil de bildiğimiz kahraman - oldukları yapımların sayısının gittikçe artıyor olmasının sadece rastgele çekilmiş belirli bir örneğin yüksek rating almasının bir sonucu olup olmadığı. Eğer yapımcıların tercihini sadece yüksek ratingler belirliyorsa, o zaman bu tür yapımların yüksek rating almasının nedeni ne peki?

İmaj çağında yaşadığımız söylenip duruyor. Belki de bu tehlikeli ancak cazibeli yaratıklar normal kahramanların ulaşabildiklerinden daha parlak bir imaj seviyesine ulaşabiliyorlardır. Çekicilikleri ve karizmaları nedeniyle insanları kendilerine kolayca hayran edebiliyorlardır. Hem de normal - insan olmadıklarından, doğaları gereği benliklerinde kötülük ya da kaotiklik barındırdıklarından bildiğimiz kahramanların bulaştıklarında ayıplanan ama izleyiciyi ayartan davranışlar sergileyebilmeleri belki de onları ekrana taşıyan başlıca sebeplerden biridir. 

Belki de durum bu kadar da basit değildir ve biz ne kadar imaj dünyasında yaşadığımıza inandırılsak da derinlerde bir yerlerde dünyada hala bazı sanal olamayan değerler varlığını koruyor ve bizler de geleceğe ilişkin içinde bulunduğumuz hayatların dışında bir takım beklentiler içine girmeye devam ediyoruzdur. Eğer öyleyse bu beklentilerle beyaz ekrandaki "canavar"lar arasında nasıl bir bağlantı olduğunu sorgulamamız gerekiyor.

Her şey insanların bilinen kahramanlardan ümitlerini kesmeleri ile başladı sanırım. Dünya artık öyle bir hal almıştı ki bildiğimiz kahramanlar etten kemikten erkek ve kadınlar bizler için kurtuluş anlamı ifade etmez oldular. Düşler dünyasının dışında yer alan kolektif kurtuluş mücadelelerinden ve hatta new age tarzı bireysel kurtuluş ütopyalarından bahsetmiyorum bile. Süper kahramanların bile işe yaramadığı bir çağdan bahsediyoruz.

İşte o anda devreye, tarihte benzer durumlarda olduğu gibi, altın çağa ya da kökenlere dönüş fikri yanı verdi bir çok televizyoncunun ve sinemacının aklında. Peşi sıra bilindik karakterlerin bilinmeden önceki hallerini gösteren devam filmleri vizyona girdi. Hatta devam niteliğindeki Süperman filminde bile asıl çocuk süper kahramanlık işlerine bir süre ara vermiş belki de köklerine dönüp arınmak için kendi gezegenine yolculuk edip dönmüştü. Sonuç olarak kısa sürede bu stratejinin de işe yaramadığı görüldü. 

Ne yapılırsa yapılsın cici kahramanlar hatta sırası geldiğinde Wolverine bile izleyiciyi kendine çekemiyordu. Bu sonucun doğmasında bu filmlerin vs. senaryolarının kötü yazılmış olması da etkili olmuş olabilir ama kanımca olay bundan ibaret değil. Tüm bu stratejinin başarısızlığı ve artık rollerin değişmiş olduğunun göstergesi ise yine bir yeniden çekim serisinde, Joker'in düşerek öldüğü (ve böylece bir zafer kazandığı hatta Harvey Dent'i dönüştürerek kazandığı zaferi perçinlediği) sahnede Batman'le yaptığı diyalogda muhteşem bir biçimde ifade edilmektedir.** Yeri gelmişken Christopher Nolan'a saygımızı bildirelim. Bahsi geçen sahnede bu dünyada hiç bir süper kahramanın artık steril bir iyilik ve güzellik abidesi olarak varlığını sürdüremeyeceği net bir biçimde ilan edilmiştir.

O zaman geriye kurtarıcı olarak özdeşleşmek için kimler kalmıştır? Masumiyetlerini yitirmiş, yaralı? süper kahramanlar ya da bildiğimiz canavarlar. Dünya öyle bir hal aldı ki, artık yetiştirmiş olduğu kahramanların kimseyi kurtaracak güçleri yok, insanlar da kendilerini kurtarmaları için dört elle "canavarlar"a, diğer bir deyişle bu dünyaya ait olmayana sarılıyorlar. 

Belki de sıra yavaş yavaş yeniden dünyanın lanetlilerine geliyor...



* http://en.wikipedia.org/wiki/Succubus
** http://www.youtube.com/watch?v=GZyMCm-NFB0

Posted on 7:10 AM

hayır!

Filed Under (,) By yalçın at 7:10 AM

Günümüzde siyaset teorisi kapsamında yer alan önemli tartışmalardan birisi de özne meselesi hakkında cereyan etmektedir. Bu tartışmanın en temelinde yatan sorulardan birisi ise öznenin kurucu bir varlık mı olduğu yoksa bizzat kendisinin ideoloji, söylem ya da benzeri başka bir süreç tarafından kurulmakta olduğu biçiminde dile getirebileceğimiz köken sorusudur.

Sanırım bu soruya diyalektik bir yaklaşım aracılığıyla yanıt getirmek istediğimizde öznenin hem kurulun hem de kuran bir varlık olduğu fikrini öne sürmek doğru olacaktır. Özne eş zamanlı olarak hem kurulan hem de kuran bir varlıktır. İdeolojinin kendisinin de dahil olduğu bir iktidar yapısı içerisinde kurulmakta olan özne bu kurulma sürecinin ortaya çıkması ile birlikte kurucu bir potansiyel kazanmaktadır. Bu potansiyelin yapının yeniden üretimi ya da dönüşümü doğrultusunda kullanılıp kullanılmayacağı ise süreç içerisinde şekillenmektedir. Tüm bu kurulma ve kurma sürecinin bir kereye mahsus olmadığını belirtmekte fayda var yani biyolojik kökenin aksine bu tür bir öznenin kökeni defalarca  yeniden belirlenebilmekte ve bu doğrultuda öznenin yerine getirdiği kurma işlevi de dönüşüme uğramaktadır. Bu yüzden uzun bir dönem içerisinde artık kurulma ile kurmanın hangisinin birbirini zamansal açıdan öncelediğinin pek bir önemi kalmamaktadır. 

Pek de üzerinde durulmayan bir konu aslında marksist geleneğin de öznenin bir yönüyle kurulan bir varlık olduğunu kabul ediyor olmasıdır. Marx'ın kendisi işçi sınıfını burjuvazinin kendi elleriyle yaratmış olduğu "mezar kazıcıları" olarak nitelendirmiş, Lenin de burjuvazinin işçi sınıfını biraraya getirerek devrimci bir potansiyel kazanmasını sağladığını iddia etmiştir. Bu yüzden günümüzde sosyalistlerin referandum konusunda hareket ederken kendilerini bu özne meselesinden ve özellikle öznenin bir yönüyle kurulan bir yapıya sahip olduğu gerçeğinden koparmamaları gerektiğini düşünüyorum.

Referandum paketi yakından incelendiğinde birbirinden farklı konu öbeklerinde yapılması istenen değişiklikler karşımıza çıkmaktadır. Oysa yakından incelediğimizde tüm bu değişiklik önerilerinin tek bir projenin - yeni bir özne yaratma projesinin - anlamlı parçaları olduğunu ve iktidar partisinin  maddelerin topluca oylanması konusunda bu yüzden net bir tavır takındığını görürüz. 

Peki böyle bir projenin yürürlüğe konma zorunluluğu nereden doğmuştur? İktidar partisi son dönemde yaratmış olduğu tahribatın yükselen bir biçimde - hiç beklemediği bir odağın - tabanın direnişiyle karşılaşması sonucu asıl varlık nedeni olan sermaye birikimi konusunda kritik bir aşamaya ulaşmış olduğunu idrak etmiş bulunuyor. Eğer iktidar olarak varlığını sürdürecekse emekçi sınıfların bu tür reflekslerle karşına çıkmaması bir anlamda ehlileştirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden emekçi sınıfın tıpkı sermaye sınıfı (tüsiad örneği) gibi yeniden kurulması, bir toplumsal özne olarak yeniden inşa edilmesi bir zorunluluk olarak karşılarına çıkmaktadır. Bir yandan hak ve özgürlüklerle ilgili belirli maddelerde değişiklik yapılması diğer yandan da çalışma dünyasına ilişki kritik yenilikler getirilip aynı zamanda yargının da dönüştürülmesi bu projenin üçlü sacayağını oluşturmaktadır. Böylece kendisine verilen haklar nedeniyle siyasi temsilcisi olarak iktidar partisini tanıyan, emeğinin karşılığında yine bu iktidar partisinin vermiş olduğu ile yetinmesini bilen ve  yetinmediği durumda burjuva adaletinin soğuk duvarları ile karşı karşıya kalması sağlanan bir işçi sınıfı kurulmak istenmektedir. Söz konusu referandum paketi bu doğrultuda atılan ilk ciddi adımdır.

Bu yüzden değişikliklerin geçmesinin içeriğinden bağımsız müspet bir tarihsel rol oynaması mümkün olamaz. Çünkü bizzat bütün bir içerik statükonun değişimiyle bir anda ortaya çıkması, yeni özgür koşullarda sosyalizme doğru yol alması beklenen öznenin niteliksel bir dönüşümünü gerçekleştirmek amacıyla dizayn edilmiştir. Solcuların kimi zaman kendisine erişemedikleri için işçi sınıfının varlığından ya da kapasitesinden kuşku duymaları geçmişte ne kadar ölümcül hasara yol açtıysa; bu sınıfı neoliberal egemenlik sisteminin karar vericiliğine terk etmeleri de sınıflar mücadelesi açısından o kadar zarar verici olmaya mecburdur.
Boykot kararı alanların en iyi ihtimalle sistem dışına bir adım attıkları düşüncesindeyim ve umarım ileriki süreçte bu yönde yol almayı başarırlar, ancak boykot etmenin - sistemin dışında yer aldığını bildirmenin gerçekten de sistemin dışında olmaya yetmeyeceğini düşünüyorum. Kaldı ki bu başarıldığında bile sistem dışına çekilerek birlikte yeni bir dünya yaratılacak türden bir işçi sınıfına bu referandum sonrası elveda deme ihtimalinin olması beni hayır demeye zorluyor. 



Hayır!