Günümüzde siyaset teorisi kapsamında yer alan önemli tartışmalardan birisi de özne meselesi hakkında cereyan etmektedir. Bu tartışmanın en temelinde yatan sorulardan birisi ise öznenin kurucu bir varlık mı olduğu yoksa bizzat kendisinin ideoloji, söylem ya da benzeri başka bir süreç tarafından kurulmakta olduğu biçiminde dile getirebileceğimiz köken sorusudur.
Sanırım bu soruya diyalektik bir yaklaşım aracılığıyla yanıt getirmek istediğimizde öznenin hem kurulun hem de kuran bir varlık olduğu fikrini öne sürmek doğru olacaktır. Özne eş zamanlı olarak hem kurulan hem de kuran bir varlıktır. İdeolojinin kendisinin de dahil olduğu bir iktidar yapısı içerisinde kurulmakta olan özne bu kurulma sürecinin ortaya çıkması ile birlikte kurucu bir potansiyel kazanmaktadır. Bu potansiyelin yapının yeniden üretimi ya da dönüşümü doğrultusunda kullanılıp kullanılmayacağı ise süreç içerisinde şekillenmektedir. Tüm bu kurulma ve kurma sürecinin bir kereye mahsus olmadığını belirtmekte fayda var yani biyolojik kökenin aksine bu tür bir öznenin kökeni defalarca yeniden belirlenebilmekte ve bu doğrultuda öznenin yerine getirdiği kurma işlevi de dönüşüme uğramaktadır. Bu yüzden uzun bir dönem içerisinde artık kurulma ile kurmanın hangisinin birbirini zamansal açıdan öncelediğinin pek bir önemi kalmamaktadır.
Pek de üzerinde durulmayan bir konu aslında marksist geleneğin de öznenin bir yönüyle kurulan bir varlık olduğunu kabul ediyor olmasıdır. Marx'ın kendisi işçi sınıfını burjuvazinin kendi elleriyle yaratmış olduğu "mezar kazıcıları" olarak nitelendirmiş, Lenin de burjuvazinin işçi sınıfını biraraya getirerek devrimci bir potansiyel kazanmasını sağladığını iddia etmiştir. Bu yüzden günümüzde sosyalistlerin referandum konusunda hareket ederken kendilerini bu özne meselesinden ve özellikle öznenin bir yönüyle kurulan bir yapıya sahip olduğu gerçeğinden koparmamaları gerektiğini düşünüyorum.
Referandum paketi yakından incelendiğinde birbirinden farklı konu öbeklerinde yapılması istenen değişiklikler karşımıza çıkmaktadır. Oysa yakından incelediğimizde tüm bu değişiklik önerilerinin tek bir projenin - yeni bir özne yaratma projesinin - anlamlı parçaları olduğunu ve iktidar partisinin maddelerin topluca oylanması konusunda bu yüzden net bir tavır takındığını görürüz.
Peki böyle bir projenin yürürlüğe konma zorunluluğu nereden doğmuştur? İktidar partisi son dönemde yaratmış olduğu tahribatın yükselen bir biçimde - hiç beklemediği bir odağın - tabanın direnişiyle karşılaşması sonucu asıl varlık nedeni olan sermaye birikimi konusunda kritik bir aşamaya ulaşmış olduğunu idrak etmiş bulunuyor. Eğer iktidar olarak varlığını sürdürecekse emekçi sınıfların bu tür reflekslerle karşına çıkmaması bir anlamda ehlileştirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden emekçi sınıfın tıpkı sermaye sınıfı (tüsiad örneği) gibi yeniden kurulması, bir toplumsal özne olarak yeniden inşa edilmesi bir zorunluluk olarak karşılarına çıkmaktadır. Bir yandan hak ve özgürlüklerle ilgili belirli maddelerde değişiklik yapılması diğer yandan da çalışma dünyasına ilişki kritik yenilikler getirilip aynı zamanda yargının da dönüştürülmesi bu projenin üçlü sacayağını oluşturmaktadır. Böylece kendisine verilen haklar nedeniyle siyasi temsilcisi olarak iktidar partisini tanıyan, emeğinin karşılığında yine bu iktidar partisinin vermiş olduğu ile yetinmesini bilen ve yetinmediği durumda burjuva adaletinin soğuk duvarları ile karşı karşıya kalması sağlanan bir işçi sınıfı kurulmak istenmektedir. Söz konusu referandum paketi bu doğrultuda atılan ilk ciddi adımdır.
Bu yüzden değişikliklerin geçmesinin içeriğinden bağımsız müspet bir tarihsel rol oynaması mümkün olamaz. Çünkü bizzat bütün bir içerik statükonun değişimiyle bir anda ortaya çıkması, yeni özgür koşullarda sosyalizme doğru yol alması beklenen öznenin niteliksel bir dönüşümünü gerçekleştirmek amacıyla dizayn edilmiştir. Solcuların kimi zaman kendisine erişemedikleri için işçi sınıfının varlığından ya da kapasitesinden kuşku duymaları geçmişte ne kadar ölümcül hasara yol açtıysa; bu sınıfı neoliberal egemenlik sisteminin karar vericiliğine terk etmeleri de sınıflar mücadelesi açısından o kadar zarar verici olmaya mecburdur.
Boykot kararı alanların en iyi ihtimalle sistem dışına bir adım attıkları düşüncesindeyim ve umarım ileriki süreçte bu yönde yol almayı başarırlar, ancak boykot etmenin - sistemin dışında yer aldığını bildirmenin gerçekten de sistemin dışında olmaya yetmeyeceğini düşünüyorum. Kaldı ki bu başarıldığında bile sistem dışına çekilerek birlikte yeni bir dünya yaratılacak türden bir işçi sınıfına bu referandum sonrası elveda deme ihtimalinin olması beni hayır demeye zorluyor.
Hayır!
3 comments
Ben almanyadan sevgi, gercekten cok guzel bir blog, eger twitter veya facebook sayfasi varsa hemen
ekliycegim.
Blog anasayfasındaki "contact" başlığından twitter hesabıma ulaşabilirsiniz. Teşekkür ederim.
Sayın Ali Yalçın GÖymen,
Yüksek lisnas tezinizi mümkünse
okumak isterim. Sizin için uygunsa şu adrese gönderebilirsiniz.
Saygılar.
ganibayer@bilimveutopya.com.tr
ganibayer@gmail.com
Gani Bayer
Bilim ve Ütopya
Genel Yayın Yönetmeni
Post a Comment