Hegel Hukuk Felsefesi’nin girişinde Minerva’nın Baykuşu'nun gece yarısından sonra öttüğünü belirtir. Hegel’in şafağın sökümünden önce kulaklarımıza çalındığını iddia ettiği baykuş ötüşü, bilgeliğin sesini temsil etmektedir. Aynı zamanda Hegel’in epistemolojisini özgün bir konuma ulaştıran bir özelliğin, sonda olma özelliğinin ifade edilişidir bu sözler. Şöyle ki, kendisine göre bilgelik (hakikate ulaşma), ancak bir sürecin bütün olarak kavranabildiği bir tarihsel uğrağa erişmesi ile edinilebilecek bir niteliktir. Diğer bir deyişle, olgunlaşmış bir bütün olarak ortaya çıkmadıkça hakikatine ulaşmaya çalıştığımız bir nesnenin özünü kavramak mümkün değildir.
Hegel’in bilgelik hakkındaki yukarıda özetlemeye çalıştığımız görüşlerini alıntılamamın nedeni, demokrasi tarihimiz – daha doğrusu siyaset yapma biçimimiz – açısından bizi hakikate ulaştırması mümkün olan bu türden bir tümlüğe doğru ilerler bir halde olmamızdandır. Son seçim sürecinde demokrasimizin son alamet-i fârikası olarak billurlaşan siyaset pratiği ve algısı, demokrasimizin özünü kavramamızı sağlayacak bir olgunluğa erişildiğini gösteriyor. Hizmet siyaseti olarak adlandırılan bu siyaset pratiği ve algısı üzerinde durarak demokrasimiz üzerine söz söylemeden önce son olarak siyaset ile demokrasi arasındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturmakta fayda var. Siyasetin demokrasiye oranla daha geniş bir anlama ve pratik alanına sahip olduğunu unutmamalıyız. Bu demek oluyor ki, demokrasi – bizde aldığı somut biçimiyle demokrasi – siyaseti algılama biçimimiz ve siyaset yapma biçimimiz tarafından sarmalanmış durumdadır. Bu yüzden meseleyi ele almaya siyaset ile başlamak gerekmektedir.
“Siyaset nedir?” sorusu ile başlayalım. Politika sahnesi olarak önümüze konulan ortamda yaşanan şeyler bütünü mü yoksa özel olanın dahi konu edilebileceği bir özneleşme alanı mıdır? Sanırım ilk sorunun sokak ile ana akım medyanın siyasete ilişkin tahayyülüne, ikincisininse ideal olana gönderme yaptığı oldukça açık. İki tanımın bizlere çağrıştırdıkları bu durumu net bir biçimde göz önüne seriyor. İlk tanım gözümüzde kısır tartışmaların sürüp gittiği, erkek egemenliğinin, yozlaşmanın ve ilkesizliğin hüküm sürdüğü bir ortamı çağrıştırırken; ikinci tanım dünya tarihinin çeşitli dönemlerinde ortaya çıkan ve insanların özgürleşme deneyimini tatmalarıyla sonuçlanan olaylardan süzülüp, bu deneyimi daimileştirmeye yönelen teorilerle harmanlanan bir pratik biçimine gönderme yapmaktadır. Biz burada siyaset anlayışımızı ve demokrasi ufkumuzu bu ikinci terim çerçevesinde şekillendirmekte olduğumuzu belirtelim. Siyaseti icra edenler ile bu alanda yaşananları dışarıdan izleyenler biçiminde bir bölünmenin varlığını meşru kılacak her türlü tutumun siyasetin önünde bir engel olduğunu düşünüyoruz. Bu tutumun aksine, siyasetin herkese açık olan insanların kendilerini birer özne olarak kurdukları ve dolayısıyla özgürleştikleri bir edim olduğu görüşünü savunuyoruz.
Bireylerin kendi sınırlı çıkarlarını savunabilme biçimlerini ve bu çıkarların ufkunu belirlemek açısından evrensel meselelerin konu edildiği bir özgürleşme ediminin özneleri haline gelmeleri siyaset dolayımıyla mümkün olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde siyasetin ve bu siyasal iklimin el verdiği biçimiyle demokrasinin bir takım yapısal sakatlıklar barındırdığı sıkça tartışılan bir konudur. Patronaj kavramı bu bağlamda dile getirilerek, siyaset erbabı ile vatandaş arasındaki ilişki çerçevesinde ikinci grupta yer alanların ilk gruptakilerin güdümüne giriş biçimleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bireylerin sınırlı çıkarlarını tatmin etme biçimleri kamusal alanın tartışma konularından birisi olmaktan çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan süreçte bireyler ihtiyaçlarını “nüfuzlu kişiler”in güdümüne girerek gidermekten başka bir çareye sahip olmadıkları gibi bu ihtiyaçların sınırlarının ve giderilme yöntemlerinin belirlenmesine yönelik karar alma süreçlerinden koparak öznelliklerini de yitirmişlerdir. Sonuçta ortaya çıkan tablo giderek – birinci tanımdaki – siyasetin, siyasetin kendisini yuttuğu; siyasetsizliğin norm halini aldığı bir demokrasi biçiminin gelişimidir.
Son dönemde ortaya atılan ve pek de tutmuş görülen “hizmet siyaseti” anlayışı da bu eğilimin mutlaklaştırılmış bir biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Patronaj ve benzeri siyasetsizlik biçimlerinin bir üst sürümü olarak piyasaya sunulan bu anlayış, siyaset erbabı ile vatandaş arasındaki ayrımı derinleştirdiği ve mutlaklaştırdığı ve de siyaset alanını “hizmet” üzerinden sadece siyasal iktidarın edimleri ile sınırladığı için öncekilere göre siyasetsiz bir siyaset üretmek açısından bir(kaç) adım öteye gitmiştir. Hizmet siyasetinin kurumsallaşması ile birlikte siyasetin konusunun hizmet veren ile hizmeti alan arasındaki ilişkinin tek yönlülüğüne indirgenmesi söz konusudur. Artık bireylerin ihtiyaçlarını, bu ihtiyaçların karşılanması önündeki engelleri, bu engellerin nasıl kaldırılacağını ve bu ihtiyaçların nasıl giderileceğini belirleyen tek bir meşru güç – siyasal iktidar – olduğu kabulü günden güne yayılmaktadır. İktidarın kendi ihtiyaçlarını belirlemesine karşı çıkan insanların ya da mevcut sorunlara iktidar tarafından getirilen çözüm önerilerine muhalefet edenlerin siyasi yapının bütününe karşı gelmiş, “anayasal düzeni değiştirmeye yeltenmiş” birisinin görmesi beklenen muamelelerle karşılaşmalarının nedeni budur. Hizmet siyasetinde muhalefete – sistem içi ya da radikal muhalefet fark etmez – yer yoktur, iktidar tarafından tek yönlü bir biçimde yönlendirilen bir hizmet akımı vardır ve buna karşı gelmek aynı zamanda devletin bekasını tehlikeye atmak anlamına gelmektedir.
Hizmet siyaseti adı altında, siyasal iktidarın neyin hizmet yani meşru biçimiyle siyaset olduğunu belirleme tekelini ele geçirmesi siyaset alanını diğer bir deyişle bireylerin özneleşme alanını ciddi oranda daraltmaktadır. Bu açıdan bakıldığında demokrasi tarihimizde siyasetsizliğin siyasetin yani özgürleşmenin yerini alma süreci bakımından bir olgunluğa erişildiği iddia edilebilir. Siyasal olanın dönüşümünün belki de hiç olmadığı kadar aciliyet kazanmış olduğunu düşünüyorum. Mevcut durum göze alındığında siyasalın dönüşümünün Kafka’nın hikayelendirdiği dönüşümünün tam tersi bir anlama geldiğini, insanların tekrardan kendi yaşamlarını şekillendiren özneler haline gelmeleri anlamını taşıdığını belirtelim. Bu açıdan bakıldığında yapılması gereken iktidarın önümüze koyduğu demokrasi borusunu öttürmek yerine hizmet zincirlerini kırıp atacak bir siyaseti savunmaktır. Siyasetin olmadığı yerde demokrasinin olabileceği hayallerini görmeyelim.
* Bu yazı Sekizini Kıta adlı derginin dördüncü sayısında yer almaktadır.
* Bu yazı Sekizini Kıta adlı derginin dördüncü sayısında yer almaktadır.