Olumsallık, ben ve benim gibi teorik olarak tarihsel maddeci metodu benimseyen siyasi olarak da devrimden umudunu kesmemiş kimseler için uzun zamandır pek de hoş karşılanmayan bir kavramdı. Sıkça dem vurduğumuz nesnelliğe sığmayan bir tutumdu bu belki ama anlaşılır nedenleri vardı bu tavrın. Düşünsenize kendinizi olmayan veya istenilen nicelikte ya da nitelikte vücut bulmayan bir tarihsel dinamikle özdeşleştirmeye çalışıyorsunuz. İster istemez teorisizmle aşık atan bir tavırdır bu. En nihayetinde toplumsal yaşamdaki eksikliği zihinsel gücünüzü kullanarak kapatmaya çalışıyorsunuz çünkü. Teori denen şey, kendisi nihai bir amaç halini aldığında fazlasıyla difüzyon etkisi gösterebilen, kapanmaması gereken açıkları kapatabilen bir varlık. İşte bu cenk alanında karşınıza sürekli olarak çıkan ve toplumsal realite denen kahrolası şeyin neden olduğu arızaları yüzüne vuran bir kavram bu olumsallık. Sürekli olarak kendinizi değersiz hissetmenize neden olmaya çalışan bir düşmanın en sık kullandığı silahlardan biri aynı zamanda. İnsan kendi celladını sevemez ki!
Fakat yaşam ne mutlu ki karşıtlıklarla dolu. Tunus ve Mısır'da yaşananlar da olumsallığın pekala devrimci taraftakiler için de çekici bir kavram olabileceğini göstermiyor mu? Karşımızdakini kendi silahıyla vurma şansını bize vermiyor mu? Tüm bu yaşananlar; olumsallığı tarihi açıklarken kimi nesnel süreçlerin varlığını kabul etmenin önüne çekilen ideolojik bir sete indirgemenin ne kadar saçma olduğunu, bu kavramın aslında tüm bu nesnellikler sanki yokmuş, sanki muktedirler pervasızca her istedikleri projeyi topluma dayatma gücüne sahipmiş, neo-liberalizm (tarihsel kapitalizm) ilelebet var olacakmış türünden varsayımların geçersizliğini sahiplerinin yüzüne bir tokat gibi çarpan olayları betimlemek için kullanılabileceğini gösteriyor.
Nasıl ki Birinci Dünya Savaşı, emperyalistler arasındaki bir paylaşım mücadelesi iken çatışmalar Gavrilo Princip'in eylemi ile başlamış ise (şimdilik) mağrip ülkelerinde yaşananlar da çeşitli toplumsal ilişkilerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Gerek ortaya çıkışlarına neden olan kendini yakma olayları gerekse bu olayların şimdi böylesine bir devrimci süreci tetiklemesi ise tıpkı Princip'in Franz Ferdinand'ı öldürmesi ile başlayan olaylardaki gibi belirli bir birikimin yanında olumsallığın kendisini gösterdiği olaylardır.
Kuzey Afrika'da yaşananları komplo teorileri ile açıklamaya çalışan kazkafalıların aksine olayların özündeki olumsallığa vurgu yapmak gerekiyor. Burada kritik nokta ise, olumsallığın çok büyük oranda kendiliğindenlik ile örtüşen olayları nitelendirmek için kullanılması gereken bir kavram olduğunu vurgulayabilmek. Hani şu devrim meselelerini tartışırken Rosa'nın öne çıkardığı kendiliğindenlik var ya, işte olumsallık dediğimiz şeyin bu örneklerde gördüğümüz kadarıyla tam da bununla bağdaştığını ortaya koymalıyız. Böylece olumsallık ilkesinin bir yanı ile devrimin daima bir olasılık olarak var olduğunu, bu soğuk ifadenin gündelik dildeki yakıcı karşılığı ile de olumsallığın - kendiliğindenliğin var olduğu, diğer bir deyişle insanın var olduğu her yerde devrimin mümkün olduğunu göstermekte diğer yandan da umut ilkesi ile yan yana anılması gerektiğini göstermiş olacağız.
2 comments
Yalçın başgan,
Üzgünüm ancak bana kalırsa yaşananlar senin argümantasyonuna sahanlık etmekten öteye gidemeyecek. Umarım gider, can-ı gönülden de isterim, tüm samimiyetimle. Ancak Kuzey Afrika milletlerinin bezmişlik, bıkkınlık yelkeninin aldığı rüzgar bence öyle devrimci bir rüzgar falan değil. Olsa olsa isyan/efkar/"yeter uleyn" rüzgarı olabilir.
Batı aleminin bunu ekseriyetle normal/sevinç dolu karşılayışı her ne kadar kaz beyinli olmasam da bana bunu işaret etmekte. Şimdi bu noktada senin de içini güzide bir umut bürümüş arkadaş sen de bir saplantının kurbanısın demenin peşinde değilim ve gerçekten haklı çıkmanı isterim ancak özellikle senden Rijkaard'ın kovulmasına, GS'daki yeniçerilere, Aristoteles'e, demokratia'ya dair okuduklarımdan sonra ya ben ya da sen bir noktada içerikten (context) kopmuşuz gibi geliyor.
Belki pislik bir elitistim ancak bana sorarsan o memleketlerdeki halk hareketi "yeter ulen" demenin ötesinde bir işe imza atacak türde değil.
İzleyip göreceğizdir.
Sevgilerle
Olayları değerlendirişimiz devrimden ne anladığımıza bağlı tabi. Ben yaşananların dört başı mağrur, ideal bir devrim olduğunu düşünüyor değilim, ancak Kuzey Afrika gibi hiç birimizin beklemediği bir coğrafyada böyle bir "kalkışmanın" vuku bulması devrimin daima ihtimal dahilinde olduğu görüşünü uyandırıyor bende. Ayrıca yaşananları da yabana atmamak lazım.
Benlisoy biraz sol içi tartışma biçiminde düüncelerini dile getirmiş ama büyük ölçüde katılıyorum dediklerine: http://www.sdyeniyol.org/index.php/duenyadan/412-tunus-devrimlerden-devrim-beenmek-foti-benlisoy-
batılıların olaylara sevinip sevinmemesi olayların kendiliğinden niteliğini hiç değiştirmiyor. bu sadece emperyalistlerin ne kadar güvenilmez satıcı tipler olduğunu gösterir ve yerel güç odakları ile olan işbirliklerini zedeler.
son olarak kazkafalılık meselesini, komplo teoricilerine hitaben dile getirdim. yani olayları devrim olarak nitelendirmeyenleri anlatmak için değil de halkın kendiliğinden değil de dar odakların hesaplı eylemlerinin sonucu olduğunu iddia edenler için. eleştirellikten tamamen yoksun egemenlerin mantığını ortaya koyan bir dil çünkü bu.
yorum için de teşekkürler...
Post a Comment