Dialektik... kritisch und revolutionär
Değerli okur! "Eleştirel ve devrimci diyalektik" Karl Marx'ın ayrıntılı bir açıklamasını yazıya dökme fırsatını asla yakalayamadığı ancak tutkulu bir biçimde bağlı olduğu yöntemini adlandırmak için kullanmış olduğu bir ifade. Ayrıca burada paylaşılan denemelerin dile getirdiği arayışın nesnesini oluşturuyor. Bu arayışı kendini eski metinlerle sınırlayan bir tür ruh çağırma ayini olarak değil içinde bulunduğumuz zamanda bizleri çevreleyen kimi kuram ve pratikleri inceleyerek sürdürmeyi seçtim, çünkü diyalektiğin donuk kalıplar bütününden ziyade içinde bulunduğumuz an'ı kavramamızı sağlayan canlı bir teori olduğunu düşünüyorum. İnsanın hakikati arama çabasında hayat bulan ve bu çabanın evrimine katkıda bulunan bir diyalektik anlayışını paylaşmak dileğiyle...
Posted on 4:47 PM

kedi canı

Filed Under (,) By yalçın at 4:47 PM

Son zamanlarda tam da Adnan Hoca'nın internette dolaşan videosunun yarattığı hayret içinde nedir ki bu "kedi canı" diye düşünürken, sosyal bilimler açısından son derece tarihi olan günde oldukça tatsız bir gelişme oldu. Babamların uzunca bir süredir yaşatma mücadelesi verdikleri  - henüz ad bile koyamamış oldukları - küçük kedi yaşamını yitirdi. Bazılarınız bu olayın o mübarek adamla dalga geçmenin ilahi adalet çerçevesinde gerçekleşen cezası olduğunu düşünebilirler. Bense yaşanan trajediden bir hisse çıkarabildiğim için yine de şanslı olduğumu düşünüyorum.

Uzunca bir süre kedinin cansız bedeninin ve kardeşimin bu tablo karşısındaki tepkisi gözümün önünden gitmedi. Sonraları cansız beden görüntüsünü hafızam el verdiğince bizimkilerin henüz Dedem Korkutluğa soyunamamış olmaları sonucu ismi üzerinde mütabakat sağlayamadıkları hayvancağızın yaşarkenki hali ile karşılaştırdım. Hastalığı nedeniyle gelişimini tamamlayamamış olmanın verdiği bir acayiplik ve ürkeklik durumu söz konusuydu, ancak o halde iken dahi kendisine özel bir şefkat gösterene karşı bir ilgisi ve sıcaklığı vardı. Sonraki hali ise kaskatı kesilmiş hali ile suyu sıkılmış bir meyve posasını andırıyordu.

Sözü yaradılışın mücizeviliği ya da beden - ruh ikiliği gibi bir meseleye getirmeye hiç de niyetim yok. Söylemek istediğim şey sadece "kedi canı"nın ya da genelleyecek olursak yaşamın kendisinin güzelliğini kavramamız gerektiğidir. Ben kendimi bir noktadan sonra cansız bedende, toprak olmaya yönelen arta kalanın çirkinliğini değil de aynı bedeni hasta ve fiziken yetersiz de olsa ısıtan yaşam denen şeyin güzelliğini görebildiğim için bu konuda bir adım atmış sayıyorum. 

İçinde yaşadığımız dünya uzunca bir süredir hayatın diyalektiğinin hep negatife doğru işlediği bir hal almış durumda. Hep güzelden çirkine, değerli olandan değersiz olana, yaşamdan ölüme doğru bir gidişat bu. Korkum dünyanın gidişatına yön verenler ve onların izleyicileri konumuna indirgenenlerin, bu gidişatın mahiyetini iş işten geçtikten sonra anlamaları. Güzel olanın, yaşamın var olabileceği bir ortamın mümkün olmadığı bir aşamaya ulaşmadan bu gidişe bir dur demek gerek. Bunun için yaşamı savunmak, yaşamı savunabilmek için de etrafımızı çevreleyen olumsuz koşullarda (cansız bedenlerde) olumlu ve güzel olanı, yani yok olmaya yüz tutmuş olan hayatı mümkün kılan şeyleri görmekten geçiyor.




Beklenmeyen bir gelişme oldu ve Galatasaray'ın yeni stadının açılışına gelen devletlüler yoğun bir taraftar protestosuyla karşılaştı. Böylelikle hükümetin iman etmiş olduğu neo-ilberal uygulamalardan hoşnutsuz olanların sadece "dış mihraklar tarafından yönlendirilen, marjinal" gruplar olmadığı ve de iktidar tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılan devrimci grupların toplumsal yaşantımızda bir kez daha öncü bir rol oynayabilecekleri kanıtlanmış oldu.
Siyasi açıdan nemalanma niyetinden olsa gerek, normal şartlarda okkalı bir "Garabet!"i haketmiş olan ihtişamlı yapının açılışına katılan Erdoğan ve tayfası; gördükleri tepki karşısında hayretlerini gizleyemediler. Oysa nasıl da emindiler "onca emek sarfettikleri" yeni mabetlerinde ileri düzeyde bir tapınma ritüelinin gerçekleşeceğinden.
Hemen başladılar, protesto edenleri itibarsızlaştırmaya. "Nankörler!" dedi sivri zekalılardan biri. Nur Yüzlü ise artık siyaseten kaşarlanmanın vermiş olduğu soğukkanlılıkla "Dün akşamki açlılışta yapılan olumsuzluklar sahiplerindir." buyurmuş.** Aklınca yuhalayanları önemsizleştiriyor. Halbuki bu yuhalamaların ne boyutta olduğunu ve ne anlama geldiğini idrak edebilme kapasitesine sahip olan bir tanesi canlı yayında durumu gayet güzel özetlemiş: "Eyvah!".***


Şimdi meselenin iç yüzüne gelelim. Bir an için içimizdeki tüm itidar yalakalığından sıyrılalım ve yapılan protestoları vs. itibarsızlaştırmaya çalışmadan neyin ne olduğunu açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Adı bir türlü sabitleştirilemeyen bu stadın yapımı son yıllara damga vuran kentsel dönüşümün bir parçasıdır. Burada kentsel dönüşümden anlaşılması gereken ise kentin tarihsel dokusunun yerini küresel sermayenin birikim alanlarına bırakması ve bunun karşılığında kentin asıl sahiplerinin şehrin dışına, ruhsuz mekanlara hapsolmalarıdır. Kapatma denen şeyin, mekanın sermaye iktidarının saikleri doğrultusunda yeniden üretilmesinin en ileri örneklerinden biri olmak bakımından belki de modernliğin de en ileri aşamalarından birini temsil etmektedir. Çünkü kapatılan çoğunlukla kentin yoksulları ya da neo-liberal dönüşüme ayak uyduramayan bir anlamda proleterleşen sınıflarıdır. 
Bu tür projelerle bir taşla iki kuş vurmak istenmektedir. Bir yandan kentin güzide mekanları o kente ruhunu veren asıl sahiplerinden arındırılarak güya mutenalaştırılmakta, diğer yandan da şehrin göbeğini işgal etmiş olan baldırı çıplakların kentin kaderi üzerine söz söyleme hakları ellerinden alınmaktadır. Dikensiz bir gül bahçesi yaratılmak istenmektedir sermaye için.
Galatasaray'ın yeni stad projesi işte tam da bu tür bir proje. Yalnız  yüksek seviyede bir yapı meydana gelmiş olması kimseyi heyecanlandırmasın. İşin içine siyasi iktidarın emperyal projeleri kapsamında gerçekleştirilmek istenen Avrupa veya Dünya Şampiyonası gibi etkenleri dahil olması ve tabii ki Galatasaray seyircisinin beklenti ve taleplerindeki yüksekliktir bunun nedeni. 

Son yaşanan olaylardan sonra, ortaya atılan ve mesenin özünü gizlemeye çalışan bir kaç argüman var. Stadın yapımında başbakanın emeğinin çok olması, yüz milyonlarca dolar yatırımın yapılması gibi
Özellikle ilk argümanı kesinlikle anlamış değilim. Başbakan'ın emeği çokmuş. Resmen ben yaptım oldu mantığı ile hareket eden bir iktidarın başbakanının ne tür bir emeği olabilir ki?. Her şey iki dudağının arasında değil mi zaten? Yoksa arlanma bilmeyen seçilmişler bu konuda da millet iradesinin gerçekleşmesi için olmadık işlere kalkıştılar da başbakanı yıprattılar? Başbakanın bu konudaki emeği olsa olsa işleri yokuşa sürüp, naz yapmak ve Galatasaray camiası üzerindeki etkisini artırmaya çalışma yönünde olmuştur. Hükümete yakın adayların yönetime alınması vs. gibi. Eğer emekten bahsedeceksek son derece olumsuz koşullarda çalışmak zorunda bırakılıp üstüne üstelik emeklerinin sözde karşılığı olan ücretlerini alamayanların emeğinden bahsetmeliyiz bence. Gökhan Yavuz ve Raşit Ek'ten bahsetmeliyiz. Tapınma kültüründen beslenmeye çalışan parazitlerden değil, yeterli iş güvenliği olmadan çalışıp karşılığında hayatlarından olan emekçilerden bahsetmeliyiz.
İkinci iddia da ilki kadar saçmadır. Galatasaray'ın stadın inşasında bir kuruşu bile yokmuş. Ya bu takımın eskiden adı sanı net bir biçimde belli olan bir stadı yok muydu? O stadı Adnan'lar satıp gizli gizli yediler de haberimiz mi yok? Konumu ve değeri belli olan bu arazinin karşılığında yeni stada yapılan yatırım devede kulak kalmıyor mu? Ayrıca bu yatırımı kimin kime yatırmış olduğu da belli değil. Yatırımı yatıran Toki devlet eliyle hükümet yandaşı inşaat gruplarının kalkındırılması projesi olarak iş görmekte. Ortada yatırılan bir şey varsa yandaş müteahitlerin banka hesaplarına yatırılan şişkin ödemelerdir bunlar. Metro için yapılan harcamlar da aynı şekilde. Sanki bu metroya binen Galatasaray taraftarı karşılığında bir ücret ödemiyormuş da, bu metro istasyonları babalarının hayrına inşa edilmiş gibi davranan beyinsizlere sesleniyorum buradan. Zaten aşırı derecede yüksel ulaşım bedelleri ile karşı karşıya değil miyiz? İnşa edilen raylı sistemler belirli bir sürede kendisini zaten amorti edecekken ne diye yaygara koparıyorsunuz?


Şimdi tüm bu koşullar dikkate alındığında; taraftara kendisine hediye edilen yeni oyuncağı beğenmeyip daha fazlasını isteyen bir çocuk muamelesi yapan ama aynı zamanda kenti talan edenler mi haklıdır yoksa  iktidarın sporun hemen hemen her alanını kendi eline geçirmesini ve yaşadıkları şehri günden güne daha yaşanmaz bir hale getirenleri yuhalayanlar mı? İtirazlarını hiç beklenmedik bir anda cesurca ortaya koyup üstüne üstelik nankör damgası yiyenler mi yoksa ağızlarından "Hamdolsun"u düşürmeyen açgözlüler mi?
Taraftarının tepkisinin arkasında duramayıp özür dileyen başkana da yazıklar olsun. Bu gidişle yakalarlar Avrupa standartlarını hiç merak etmesinler...

* fotoğraf  http://www.haberpan.com/galeri/arenaya-ziyaret adresinden alınmıştır.

** http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-protestolara-ilk-yorum/siyaset/sondakika/16.01.2011/1340002/default.htm

***http://www.facebook.com/#!/video/video.php?v=10150165001609692&oid=104032539656395&comments