Dasein, kelime anlamından (da-sein yani orada olmak) bağımsız bir biçimde varoluşu ifade etmek için kullanılan almanca bir kavram. Kavramın akıllara ilk olarak Martin Heidegger'i getirdiğine bakmayın, Hegel'in Fenomenoloji'sinden Jaspers'in Existenzphilosophie'sine kadar bir çok metinde Heidegger'in eklediği bir takım belirlenimlerden bağımsız olarak varoluş kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Dasein kavramı son zamanlarda ülkemizde ağırlıklı olarak Heidegger'in ortaya koyduğu biçimiyle yoğun bir biçimde tartışılmakta. Hasan Ünal Nalbantoğlu, Kaan Ökten, Meriç Bilgiç gibi entellektüellerin çabalarının bu süreçte etkili olduğunu belirterek bu kişilere buradan bir selam göndermiş olalım - Aziz Yardımlı'yı da unutmamak gerek aslında, "eşsiz" Türkçe'si ile Varlık ve Zaman'ı çevirdiğinde bir heyecan dalgasının ortaya çıkmasına vesile olduğunu hatırlıyorum. Varoluş meselesi aslında Heidegger bağlamından bağımsız olarak son dönem tartışmalarda yer almayı sürdürüyor. Bu tartışmalar kuşkusuz 60'lı yıllardakinden oldukça farklı minvallerde ilerliyor ancak postmodernizm hakkındaki tartışmalarda vs. görececilik meselesi üzerinden varoluşun alttan alta gündemi belirlediğini sezmek mümkün.
Bu yazının amacı yukarıda değindiğim tartışmalara doğrudan bir müdahalede bulunmak değil. Zaten yazının konusunun da tam olarak varoluş (Dasein) sorunu olduğu söylenemez. Daha çok bir varol-ama-yış (Da-nicht-sein*) durumu üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Yukarıdaki fotoğrafı 14 Mart pazar günü Bahçeşehir'de (İstanbul) çektim. Dikkatle inceleyecek olursanız, trafik levhasının hemen sağında beyaz bir reklam panosu gözünüze çarpacaktır. Biraz daha dikkatle incelerseniz bu levhanın turuncu renk bir tulum giymiş bir insanın, bir varoluşun ama aslında buradaki haliyle bir varol-ama-yışın boynuna asılı olduğunu görebilirsiniz. Kısaca "onun" hikayesinden bahsetmeye çalşacağım.
Bu arada belirtmek gerekir ki ilk önce çektiğim fotoğraftan panoyu taşıyan kişiyi yakından göstermediği için pek de memnun kalmamıştım, ancak üzerine düşününce sanki böylesi durumu daha uygun bir biçimde gösteriyormuş gibi gelmeye başladı, takdir sizin. Meraklısı için belirtmek gerekirse, levhada yaklaşık 1,5 km ötede inşa edilmekte olan rezidansın reklamı yapılıyor, ayrıca inşaatın yönünü gösteren bir işaret mevcut. - bu arada benzer panolardan yaklaşık bir düzinesi dahasının civarda konuşlandırılmış olduğunu öğrendik. İşin çarpık kentleşme boyutu midemi bulandırmıyor değil ama kavram seti hakkında pek bir şey bilmediğim bir konu üzerine atıp tutmak istemiyorum. En iyisi bu varoluş olayına geri döneyim. Ben fotoğraftaki kişiyle konuşma fırsatı buldum, sabahtan akşama kadar orada dikilmesi karşılığında 35 TL alıyormuş. Konuşmasından ücretten memnun olduğu sonucuna ulaştım. Üzerine basa basa o firmanın çalışanı olmadığını vurguladı. Artık tenbihli miydi yoksa kendisi mi sorularımızdan - yanımda iki arkadaşım daha vardı - ürktüğü için belirtmek zorunda hissetti o kadarını bilemiyorum. Ama panoyu boynuna dolayanlara laf gelmesini istemediği belliydi. " Ne de olsa ekmek parası" di mi? Ekmeğini yediğiniz yere zeval gelsin istemezsiniz.
Durumun bu insanların günlük 35 lira karşılığında haftasonlarını boyunlarında panolarla dikilirek geçirmeye muhtaç kalmalarının yani geniş anlamıyla iktisadi bir olay olmanın ötesinde bir ciddiyet taşıdığı konusunda hem fikir olabiliriz diye düşünüyorum. Meseleyi "Acaba teğet mi geçti yoksa vurup mu kaçtı?" seviyesinde tartışmak yeterli değil, hatta ayıp. Ancak yine de bu durum Marx'ın "yaşamın maddi üretimi" olarak tanımladığı biçimiyle ekonominin düşünce ile diğer bir deyişle bilinç biçimleri ile arasında kurduğu bağ üzerine bir şeyler söylememizi de engelleyemez. Başkası bu olayı biyo-politik kavramsallaştırması üzerinden de ele alabilir buna itirazım yok, ancak bence bu insanların üretim ilişkileri içindeki konumları ile dönemin egemen ideolojisinin insan varoluşu hakkında sahip olduğu tasavvur arasında bir paralellik var. Kapitalizmin aldığı yeni biçim çerçevesinde emekçi sınıflar içinde geleneksel anlamda işçinin, fabrikada çalışan doğrudan üretim süreci içinde yer alan işçinin sayısal oranı gerilemiş olabilir. Tekniğin gelişimi ile birlikte verimlilik öylesine artmış durumda ki, emekçiler yabancılaşabilecekleri bir ürün ortaya koydukları işlerde çalışma lüksüne bile artık sahip değiller. Ancak bu durum sömürünün ortadan kalkması ya da üretimin daha insanca bir biçim alması sonucunu doğurmuyor. İnsanlar üretkenliklerinden soyutlanıp birer "şey" haline geliyorlar. Yeterli sermaye bileşenine sahipseniz çok kısa bir sürede çok daha az emekgücü kullanarak bina inşa edebilirsiniz, böylece hiç bir güvence sağlamak zorunda kalmadan günlük 35 liraya birisini panonuza direk olarak kentin ortasına dikebilirsiniz. Düz - basit emek bu kadar değersizleşince, bu emeği dışında satabileceği başka şeyi olmayanlar artık birer kişi olmaktan da çıkıyorlar. Onlar artık sadece birer fiziksel entite olarak gündelik yaşamdaki yerlerini alabilirler.
Her insanın kendinde bir amaç olduğu yönündeki Kantçı önerme ya da insan varoluşunun özden önce geldiği ve herkesin bu varoluşu anlamlı kılma sorumluluğunda olduğu yönündeki en azından soyut bir eşitlik anlayışına sahip olan burjuva ideolojileri, kapitalizmin dönüşümü ile birlikte kağıt üzerindeki geçerliliklerini de yitimiş durumdalar. Artık bazı insanlar rezidansta yaşayıp, kendi yaşam alanlarını kendi başlarına temizleme zorunluluğundan kurtularak potansiyellerini gerçekleştirirken; bazıları da içinde insanlar otursun diye inşa edilen evlerin konumunu bildiren panoların asıldığı bedenler haline geliyorlar. Bu durum kendisini hizmet sektöründeki özel güvenlik ya da taşeron temizlik şirketlerindeki yoğunlaşmada hissettirmekteydi, ancak durum artık çok net. Rezidanstaki hiper varoluş ile sokaktaki varol-ama-yış artık iç içe geçmiş bir biçimde içinde yaşadığımız çağın özünü oluşturmakta. Ve bu varoluş hiyerarşisi kendisini ideoloji alanında yükselen değer olan kültürel rölativizm sayesinde meşrulaştırıyor.
Ben yukarıdaki karede görüntülenen durumu ilk olarak "yeni-kölelik" olarak adlandırmayı düşünmüştüm. Ancak sevgili dostum Kuzgun Leshe, bu kavramsallaştırmanın ele aldığım durumu tam olarak yansıtıp yansıtmadığını düşünmemi istedi. Evet yukarıda görsel bir biçimde aktarılan toplumsal ilişki belirli yönleriyle tabiyet ilişkisi olarak okunabilir. Hal böyle olunca durumu kölelik olarak etiketlendirmek kolay oluyor, ancak bu aynı zamanda belirli ölçüde kolaycılığa kaçma niteliği taşıyor. Modern öncesinin modern olan içinde bir anda belirivermesi gibi gösteriyor ele aldığımız ilişkiyi. Oysa durum bu türden bir olumsallıktan ziyade, kapitalizmin aldığı yeni biçim ve bu doğrultuda dönüşen egemen ideoloji bir arada düşünüldüğünde ortaya çıkan olasılıklardan birinin gerçekleşmesi olarak ele alınmaya daha uygun. Kendisinden emekçi sınıf ile burjuvazi arasındaki niteliksel farkı bir biçimde ortadan kaldırmasını beklediğimiz, bizlere eşitlik, özgürlük ve kardeşlik vaat eden modernite; insan varoluşunu hızla varol-ama-yışa, varlığın orada-oluşunu, orada-olamayışına indirgeyen bir yapıya doğru evriliyor. Sahip oldukları tek yeti olan emekgücü insanlardan koparılıp alınıyor. İnsan ile insan arasındaki ilişki, insan ile direk arasındaki ilişki biçimini alıyor. İnsan yani varoluş, bir tür varol-ama-yışa dönüştürülüyor. Tıpkı yukarıda yer alan resimdeki gibi. Bu yüzden Dasein kavramı insan varoluşunu ele alabilmek açısından değersizleşiyor, yerini Da-nicht-sein'a bırakıyor. İnsani bir varoluş olarak var olma uğrunda mücadele edilmesi gereken bir unsur artık. Sanırım hepimizin bu mücadelede yerini alma zamanı geldi de geçiyor.
* Da-nicht-sein kavramını varolamayış olarak karşıladım. Aslında bu da bir tür varoluşu betimliyor. Varlığını kendi özünü oluşturan nitelikler üzerine inşa etme olanağı elinden alınmış, bir "şey" olarak varolabilenleri anlatıyor.
Her insanın kendinde bir amaç olduğu yönündeki Kantçı önerme ya da insan varoluşunun özden önce geldiği ve herkesin bu varoluşu anlamlı kılma sorumluluğunda olduğu yönündeki en azından soyut bir eşitlik anlayışına sahip olan burjuva ideolojileri, kapitalizmin dönüşümü ile birlikte kağıt üzerindeki geçerliliklerini de yitimiş durumdalar. Artık bazı insanlar rezidansta yaşayıp, kendi yaşam alanlarını kendi başlarına temizleme zorunluluğundan kurtularak potansiyellerini gerçekleştirirken; bazıları da içinde insanlar otursun diye inşa edilen evlerin konumunu bildiren panoların asıldığı bedenler haline geliyorlar. Bu durum kendisini hizmet sektöründeki özel güvenlik ya da taşeron temizlik şirketlerindeki yoğunlaşmada hissettirmekteydi, ancak durum artık çok net. Rezidanstaki hiper varoluş ile sokaktaki varol-ama-yış artık iç içe geçmiş bir biçimde içinde yaşadığımız çağın özünü oluşturmakta. Ve bu varoluş hiyerarşisi kendisini ideoloji alanında yükselen değer olan kültürel rölativizm sayesinde meşrulaştırıyor.
Ben yukarıdaki karede görüntülenen durumu ilk olarak "yeni-kölelik" olarak adlandırmayı düşünmüştüm. Ancak sevgili dostum Kuzgun Leshe, bu kavramsallaştırmanın ele aldığım durumu tam olarak yansıtıp yansıtmadığını düşünmemi istedi. Evet yukarıda görsel bir biçimde aktarılan toplumsal ilişki belirli yönleriyle tabiyet ilişkisi olarak okunabilir. Hal böyle olunca durumu kölelik olarak etiketlendirmek kolay oluyor, ancak bu aynı zamanda belirli ölçüde kolaycılığa kaçma niteliği taşıyor. Modern öncesinin modern olan içinde bir anda belirivermesi gibi gösteriyor ele aldığımız ilişkiyi. Oysa durum bu türden bir olumsallıktan ziyade, kapitalizmin aldığı yeni biçim ve bu doğrultuda dönüşen egemen ideoloji bir arada düşünüldüğünde ortaya çıkan olasılıklardan birinin gerçekleşmesi olarak ele alınmaya daha uygun. Kendisinden emekçi sınıf ile burjuvazi arasındaki niteliksel farkı bir biçimde ortadan kaldırmasını beklediğimiz, bizlere eşitlik, özgürlük ve kardeşlik vaat eden modernite; insan varoluşunu hızla varol-ama-yışa, varlığın orada-oluşunu, orada-olamayışına indirgeyen bir yapıya doğru evriliyor. Sahip oldukları tek yeti olan emekgücü insanlardan koparılıp alınıyor. İnsan ile insan arasındaki ilişki, insan ile direk arasındaki ilişki biçimini alıyor. İnsan yani varoluş, bir tür varol-ama-yışa dönüştürülüyor. Tıpkı yukarıda yer alan resimdeki gibi. Bu yüzden Dasein kavramı insan varoluşunu ele alabilmek açısından değersizleşiyor, yerini Da-nicht-sein'a bırakıyor. İnsani bir varoluş olarak var olma uğrunda mücadele edilmesi gereken bir unsur artık. Sanırım hepimizin bu mücadelede yerini alma zamanı geldi de geçiyor.
* Da-nicht-sein kavramını varolamayış olarak karşıladım. Aslında bu da bir tür varoluşu betimliyor. Varlığını kendi özünü oluşturan nitelikler üzerine inşa etme olanağı elinden alınmış, bir "şey" olarak varolabilenleri anlatıyor.
1 comments
Sevgili Yalçın,
Yorum mekana sığmadı o yüzden arkadaşlarımla yazdığımız ortak blogumuza koydum.
http://nuide.blogspot.com/2010/04/da-nicht-seine-yorum.html
Sevgilerle.
Post a Comment